Evrensel Paylaşım Noktası

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Evrensel Paylaşım Noktası

Bilgi güçtür,paylaştıkça büyür...

EPfarkı EPfarkı


    Sinema Tarihinde Üçlemeler

    admin
    admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 216
    Puan : 660
    Kayıt tarihi : 02/04/10

    Sinema Tarihinde Üçlemeler Empty Sinema Tarihinde Üçlemeler

    Mesaj tarafından admin Paz Nis. 18, 2010 7:01 pm

    ÜÇLEMELER

    [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


    Sinema tarihine üçlemelerin gözünden bakmaya çalışacağız bu yazıda.Çekilmiş tüm üçlemeleri listelemek gibi bir iddiamız yok özellikle öne çıkanları ve bunlar içinden ulaşabildiklerimizi kısaca irdelemeye çalışacağız.Sürçü lisanımız affola diyip başlıyoruz.

    Sinema tarihinde ilk olarak iki tanesi Bunuel-Dali işbirliğiyle çekilen üçleme çıkıyor karşımıza:Babaouo, Un chien andalou(Endülüs Köpeği) ve Âge d'or(Altın Çağ).Endülüs Köpeği ve Altın Çağ Bunuel tarafından filme alınmış ancak Dali tarafından yazılan Babaouo çekilebilmek için 2000 yılını beklemek zorunda kalmış ve Manuel Cussó-Ferrer tarafından filme alınmıştı..Babaouo filmi savaş sonrasında Avrupa'sında Babaouo isimli karakterin sevgilisini arayışını anlatır.Endülüs Köpeği ise tamamen sürrealist görüntülerden oluşur ve yönetmenin bizzat açıkladığına göre hiçbir anlamı yoktur filmin.Bunuel ve Dali bu filmle sadece seyirciyi şaşırtmayı amaçlamışlardı.Üçüncü film Altın Çağ ise kavuşamayan sevgililerin hikayesidir.Bu filmde Bunuel burjuvazinin kimi değerlerini eleştirmektedir.

    İtalyan Yeni Gerçekçilik akımını önemli isimlerinden Roberto Rosalini'ni şahsen henüz görme şansı bulamadığımız savaş üçlemesi;Roma, città aperta (1945) Paisà (1946), Germania, anno zero (1947),ise genel olarak faşizme karşı tavır alan filmler olarak geçmiş sinema tarihine.

    Geçiyoruz bir başka meşhur üçlemeye, John Ford ve Apaçhe Üçlemesi;Fort Apache(Apaçi Kalesi),She Wore a Yellow Ribbon(Sarı Kurdeleli Kız),Rio Grande(Aslanlar Diyarı)..Bu üç filmde Ford eski batını askerlerini anlatıyor.Üçlemenin ilk filmi Apaçi Kalesi ,huysuz general Owen Thursday(Henry Fonda) ve emrindekiler arasındaki ilişkiye odaklanıyor.İkinci film Sarı Kurdeleli Kız ise artık emekliliği gelmiş askerin kaygıları üzerine yoğunlaşan bir film.Yan hikayelerin,karakterler arasındaki ilişkilerin Ford'a has bir incelikle işlendiği film muhteşem çöl görselliğiyle de dikkat çekiyor.Üçlemenin son filmi Rio Grande ise otoriter ve idealist bir askerin hikayesine odaklanıyor.Askerin emrine oğlu verilir,oğluna da diğer askerler gibi muamele edileceğini düşünen anne(Maureen O’Hara) alaya gelir ve şenlik başlar.Üç filmde de John Wayne'in rol aldığını da belirtelim.


    [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


    Hint yönetmen Satyajit Ray'in Yeni Gerçekçilik'ten etkilenerek çektiği Apu üçlemesi ise sırasıyla Pather Panchali(1955,Yol Türküsü),Aparajito(1957,Yenilmez) ve Apur Sansar(1959,Apu'nun Dünyası) filmlerinden müteşekkil.İlk film Yol Türküsü'nün ilginç birde çekim öyküsü var.İlk film Yol Türküsü küçük Apu'nun gözünden Hindistan köy yaşamından kesitler sunuyor,ikinci filmde ise Apu büyüyor,üniversiteyi kazanıyor;son film Apu'nun Dünyası'nda ise Apu evleniyor.Sade ve samimi bir anlatımın benimsendiği filmlerde ,ortaya çıkan onca olumsuz koşula rağmen takınılan iyimser tavır da dikkat çekicidir.Özellikle Yol Türküsü akıllardan kolayca çıkmayacak güzellilikte sahneler barındırmaktadır.Yol Türküsü Cannes'dan iki ödül kazanmış,Apur Sansar ise Berlin'den Altın Ayı almıştır.

    Antonioni'nin yalnızlık üçlemesi;L'Avventura(Macera,1960),La Notte(Gece,1961),L'eclisse(Batan Güneş,1962),ise kimilerince modern sinemanın başlangıcı olarak gösteriliyor.İlk film Macera'da Sandro ve sevgilisi Anna ,arkadaşları ile birlikte bir tekne gezisine çıkarlar;bu gezide bir adaya varırlar.Adadan ayrılmaya karar verdiklerinde Sandro sevgilisinin kayıp olduğunu fark eder.Bütün aramalara rağmen bulamazlar.Bu arada Sandro ve sevgilisinin arkadaşı Claudia(Monica Vitti) arasında yakınlaşma başlar.İlk bakışta gizemli bir film gibi gözükmekte Macera ancak bir noktadan sonra Anna'nın kayboluşunun bir önemi kalmıyor.Çünkü film Claudia ve Sandro arasındaki ilişkiye odaklanıyor.Filmin derdi başı sonu olan bir hikaye anlatmaktan çok karakterlerinin hayatlarından çeşitli sekanslar sunarak onların ruhsal durumunu betimleyebilmektir.İkinci film Gece ise ünlü bir yazarın karısı ile beraber Milano'da geçirdiği bir geceyi anlatmakta.Üçüncü film Batan Güneş ise sevgilisinden yeni ayrılan Vittoria'nın borsada annesinin hisselerini işleten ,kadınlara ve duyguya fazlaca önem vermeyen Piero ile yakınlaşma çabasını izliyoruz.Yalnızlık üçlemesinin genel özelliği klasik sinemanın özellikle özdeşleştirme kuralını ihlal etmesi,seyirciyi filme yabancılaştıracak kadrajların sıkça kullanılmasıdır.Özellikle Macera'da içinde insan içermeyen sayısız plan bulunuyor.İnsanın yalnızlığı,kadın-erkek ilişkilerinin açmazları gibi insancıl konular üzerine sağlam tespitlerde bulunan üçleme artık başyapıt olarak kabul görmektedir.

    [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


    İngmar Bergman'ın yalnızlık,iletişimsizlik ve inanç gibi ortak temalara sahip filmleri Såsom i en spegel(Aynadaki Gibi,1961),Nattvardsgästerna (Kış Işıkları,1963) ve Tystnaden (Sessizlik,1963) bir üçleme olarak kabul ediliyor.Üçlemenin ilk filmi Aynadaki Gibi bir yazarın oglu,kızı ve damadıyla geçirdiği bir günü anlatır.Karakterlerin iletişimsizlikten dolayı düştükleri yalnızlık,kendi iç hesaplaşmaları ,sevgisizlik gibi temaları işlemiştir Bergman bu filmde.İkinci film Kış Işıkları ise karısının ölümünden sonra tanrı inancı sarsılan bir rahibin öyküsüdür.Üçüncü film Sessizlik ise seyahatleri sırasında kendilerini bilmedikleri bir kentte bulan iki kız kardeşin öyküsüdür.Hali hazırda birbirleri ile ilişkileri hayli zayıf olan iki kardeş bulundukları kentte konuşulan dili de anlamadıkları için bir iletişimsizliğin ve dolayısıyla yalnızlığın içine düşerler.Özellikle Sessizlik üçleme içerisinde en sevilen film olmuştur.Üç filmde de Bergman özellikle insanların inançlarını sorguluyor;birbirlerine,umut bağladıkları şeylere,tanrıya yada kadere olan inançlarını.

    Sergio Leone'nin dolar yada isimsiz adam üçlemesi;Per un pugno di dollari(Bir Avuç Dolar,1964),Per qualche dollaro in più (Birkaç Dolar İçin,1965),Buono, il brutto, il cattivo, Il (İyi Kötü ve Çirkin,1966) ise 60'lı yıllara damgasını vurmuş üçlemelerin başında geliyor bilindiği üzere.Leone'nin bu üçlemesi sinemaya yeni bir alt tür kazandırır;spagetti western.Klasik westernde pek kullanılmayan kamera açıları ve kadraj yöntemleriyle çekilen filmler yine klasik westernin içermediği derecede şiddet içermektedir.Kısa sürede bu tür çok sevilecek ve klasik westernler demode olacaktır.Üçlemenin ilk filmi Bir Avuç Dolar Akira Kurosawa'nın Yojimbo filminin western uyarlamasıdır.Bir gün bir kasabaya bir yabancı gelir ve kasabanın varlıklı iki ailesi arasındaki düşmanlığı kullanarak cebini doldurmaya çalışır.İkinci film Birkaç Dolar İçin yine ceplerini doldurmak için haydut çetesine karşı işbirliği yapan bir kafa avcısı ve bir kovboyun hikayesine odaklanıyor.Üçüncü filmde ise iç savaş sırasında gömülü hazinenin peşine düşen üç adamın hikayesi anlatılıyor.Üç filmin de ana karakteri ismi belirtilmeyen ve Clint Eastwood tarafından canlandırılan kovboy.Yukarda bahsettiğimiz John Ford üçlemesinde özellikle karakterler arası ilişkilere odaklanılıp duygusal bir derinliğe ulaşılmıştır.Leone filmleri ise bu türden bir derinlikten yoksundur.Üç filmde de neredeyse hiç kadın yer almaz. Klasik westernin duyarlı,insancıl kovboylarını yerini Leone filmlerinde bir an evvel ceplerini doldurmanın derdine düşmüş kovboylar almıştır.Leone'nin üçlemesinin bir başka özelliği ise yoğun müzik kullanımıdır,genç besteci Ennio Morricone'un yaptığı müzikler en az filmler kadar meşhurdur.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.
    Sergio Leone 1968'de çektiği C'era una volta il West(Batıda Kan Var yada Bir Zamanlar Batı) ile bir başka üçlemeye,bir zamanlar yada tarih üçlemesine başlar;C'era una volta il West (1968),Giù la testa (1971,Bir Avuç Dinamit),Once Upon a Time in America (1984,Bir Zamanlar Amerika).Üç film batı tarihinin kimi önemli olaylarını fon alıyor.İlk film Bir Zamanlar Batı Segio Leone ,Bernardo Bertulucci ve Dario Argento tarafından yazılmış bir senaryoya sahip.Üç erkeğin kişisel hesaplaşmalarını ortasına düşen bir kadını hikayesini anlatması nedeniyle Leone filmografisinde ayrı bir yerde duruyor.Ağzından armonikasını düşürmeyen Harmonica karakteri ise filme gerilim katan başlıca öğelerden biri;Harmonica'nın geçmişinde yaşadığı bir olay film boyunca kademe kademe izleyiciye sunuluyor ve finaldeki düello sahnesinde gerilim doruğa ulaşıyor.Bu türden ,bir karakterin geçmişinden bir olayın kademe kademe verilmesi ve karakterin içinde bulunduğu ruhsal durumun motivasyonunun bu olaya bağlanması Leone filmlerinin genelinde rastlanan bir öğedir.Kolay kolay akıldan çıkmayacak açılışı,onca unutulmaz sahnesi,göz alıcı kadrajları,müzikleri,çoktan klasikleşmiş zımba gibi replikleri ile Bir Zamanlar Batı halen sinemaseverlerin kalplerini fethetmeye devam ediyor.Üçlemenin ikinci halkası Bir Avuç Dinamit ise Meksika devrimi sırasında geçen bir hikaye anlatıyor.Bir patlayıcı uzmanı ile işbirliği yapan bir aile bir kasabada bankayı soymak için harekete geçerler ancak devrim içinde yer almaları kaçınılmaz hale gelir.Bu filmde de James Cuburn tarafından canlandırılan karakterin geçmişine ait bir olay parçalı olarak izleyiciye sunulmaktadır.Üçlemenin son filmi Bir Zamanlar Amerika 40 yılların Amerika'sında Yahudi mahallesinden bir grubun suç dünyasında kendi yollarını bulma çabasını anlatıyor;desekte inanmayın zira hikaye farklı algılamalara zemin hazırlayacak şekilde tasarlanmış.Dört saate yakın süresiyle dikkat çeken film zamanında yapımcılar tarafından kesilmiş ve düz bir kurguyla seyirciye ulaşmıştı.Leone filmleri genel olarak erkek filmi oldukları,ve kadınların aşşagılandıgı filmler oldukları için eleştirilmişlerdir.

    George A.Romero'nun meşhur ölü üçlemesinin ilk halkası 1968'de çekilen Night of the Living Dead(Yaşayan Ölülerin Gecesi).Yaşayan Ölülerin Gecesi zombilerden kurtulabilmek için bir eve kapanmak zorunda kalan insanları anlatan siyah-beyaz bir film.Üçlemenin ikinci filmi Dawn of the Dead(Ölülerin Şafağı) 1978 yılında çekilmiş;yine zombilerden kaçıp bu sefer süper markete sığınan insan grubunun hikayesi anlatılıyor.Üçüncü ve son film Day of Dead(Ölülerin Günü) 1985 yılında çekilmişti;zombiler üzerine deney yapan ordu kontrolü kaybediyor,zombilerin sayısı gittikçe artıyor ve zombilerden kaçan askerler yer altında bir sığınağa kapanmak zorunda kalıyorlardı.Ölü üçlemesi içerdiği şiddet,ucuz ama çok etkili gore efektleri dikkat çekti.Ancak zombileri ele alan bir B film serisi olmanın ötesinde ölü üçlemesi politik bir tavra da sahiptir;ilk filmde ırkçılığa,ikinci filmde tüketim toplumuna üçüncü filmde ise orduya sert bir biçimde eleştiri getiren bir üçlemedir,bu sebeple eleştirmenlerce de desteklenmiştir.Ölü üçlemesi dışında dikkate değer film çıkaramayan Romero "benim sadık yarim kara topraktır " diyerek Land of Dead'i çekti bu yıl,bakalım bu filmle ikinci baharını yaşayabilecek mi?
    [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



    60'lı yıllardan göze çarpan bir başka üçleme ise Roma Polanski'nin apartman üçlemesi;Repulsion (1965,Tiksinti),Rosemary's Baby (1968,Rosemary'nin Bebegi),Locataire, Le (1976,Kiracı).Tiksinti'de Catherine Deneuve tarafından canlandırılan genç bir kadının ablası tatile gidince kendini apartmana kapatması ve çıldırmanın eşiğine gelmesini anlatıyor.Polanski bu filmde apartman dairesini başarıyla kullanarak kısıtlı bir mekanda geçmesine rağmen hayli gerilimli bir filme imza atıyor.Filmin neredeyse hiç diyalog içermediğini de eklemek gerek,Tiksinti sinema tarihinin en ilginç filmlerinden biri.Rosemary'nin Bebeği ise satanist komşuları tarafından kendine ve bebeğine zarar verileceğini düşünen genç bir kadına odaklanıyor.Bu filmde gerilimi sağlayan başlıca şeyse Rosemary'nin kocası dahil çevresindeki bütün kişileri güvenilmez olarak görmesi ve haliyle kendini bir sıkışmışlığın içerisinde bulması.Repulsion'da dar mekanın sıkışmışlık etkisi Rosemary'nin Bebeği'nde tamamen Rosemary'ye odaklanılarak sağlanılıyor.Rosemary'nin Bebeği'nden sonra hamile karısı hunharca öldürülen Polansky Fransa'ya yerleşmiş ve üçlemenin son filmini 74'te çekmişti;Kiracı.Bizzat kendince tarafından ana karakterin yine çevresindeki insanlara yabancılaşmasını,kendi içine kapanmasını ve korkularını ele alıyor.Filmdeki kimi öğelerin Polanski'nin yaşadığı acı olaydan izler taşıdığını,filmin yönetmenin hayli kişisel korkuları üzerine bir film olduğunu düşündüğümüzü de ekleyelim.

    Yeni Alman Sineması'nın ünlü isimlerinden Rainer Werner Fassbinder'in gangster üçlemesi;Liebe ist kälter als der Tod (1969,Aşk Ölümden Soğuktur),Götter der Pest (1970),Amerikanische Soldat, Der (1970,Amerikan Askeri) ,yönetmenin kara-film türünü denedigi filmler olarak öne çıkıyor.Üçlemenin ilk filmi Aşk Ölümden Soğuktur iki gangsterin başından geçen komik olayları anlatıyor.Bu film ayrıca yönetmenin ilk uzun metrajı.Götter der Pest ise hapisten yeni çıkmış bir mafya adamının hikayesi.Amerikan Askeri Vietnam'dan dönüp işlerinin ucundan tutmaya çabalayan bir kiralık katilin öyküsü.

    70'li yıllardan gözümüze çarpan bir başka üçleme ise meşhur İtalyan yönetmen Pier Paolo Paslini'nin "hayat üçlemesi";Il Decameron (1971),I racconti di Canterbury (1972,Canterbury Hikayeleri) ,Il fiore delle mille e una notte (1974,Binbirgece Masalları).Üçlemenin ilk filmi İl Decameron Giovanni Boccaccio'nun ,veba salgınından kaçarken bir araya gelen insanların birbirlerine anlattıkları öykülerden oluşan kitabının öykülerinden birkaçını sinema uyarlaması.Canterbury Hikayeler ise İngiliz şair Geoffrey Chaucher'in Canterbury'deki gömüyü bulmak üzere yola çıkan bir grubun yolda birbirlerine anlattıkları hikayelerden oluşan tamamlanamamış şiirinin sinemaya kısmi olarak uyarlanmış hali.Binbirgece Masalları'da diğer iki film gibi birbirinden bağımsız hikayelerden oluşuyor.Çoğunlukla amatör oyuncuların kullanıldığı bu üç filmde Pasolini kapitalizmin her yanı işgal ettiği bu zamandan insanın gerçekten özgür olabileceği tek alanın seks olduğunu vurgulamaya çalışıyordu.Filmler içerdikleri erotik öğeler sebebiyle tartışma yaratmış kimileri yönetmenin çabasını takdir ederken kimileri ise filmleri soft-porn'dan öteye geçemedigi yönünde eleştirmişlerdir.

    'Luis Buñuel'in 70'lerde çektiği üçlemesinde ;Charme discret de la bourgeoisie, Le (1972,Burjuvazinin Gizli Çekiciliği),Fantôme de la liberté, Le (1974,Özgürlük Hayaleti),Cet obscur objet du désir (1977,Arzunun Şu Karanlık Nesnesi),yine burjuva toplumunun değerlerine saldırıyor.Üçlemenin ilk filmi Burjuvazi'nin Gizli Çekiciligi üç burjuva ailesine odaklanan bir hikaye anlatıyor,hayli alaycı bir tonla film burjuva değerleri ile dalga geçiyor.Tamamen sürrealist öğelerden oluşan Özgürlük Hayaleti yine üst toplum değerleri ile alay ediyor.Son film Arzunu Şu Karanlık Nesnesi yaşlı bir adamın hep hüsranla sonuçlanan ,bir kadını elde etme çabalarını konu alıyor.'(1)

    70'lere damgasını vuran üçlemeden de bahsedeli kısaca,baba üçlemesi;The Godfather (1972),The Godfather: Part II (1974),The Godfather: Part III (1990).Filmlerin içeriğinden bahsedip abesle iştigal etmeyecegiz elbette,ancak baba filmlerine getirilen kimi eleştirilerden bahsetmenin faydalı olacağını düşünüyoruz.Baba filmleri mafyayı İdilleştirmekle suçlanmış,filmler mafyayı bir aile kurumu şeklinde ele alıyor;işlenen suçları eleştirmek yerine suçları haklı çıkaracak motivasyonlar sunuluyor ,bu sayede katiller izleyiciye "sevimli" olarak gösteriliyordu.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.
    Yeni Alman sinemasının usta ismi Wim Wenders'in 70'lerde çektiği meşhur "yol üçlemesi" ;Alice in den Städten (1974,Alice Kentlerde), Falsche Bewegung (1975,Yanlış Hareket), Im Lauf der Zeit (1976,Zamanın Akışında) ,sanat sinemasının önemli yapıtları arasında.Wenders bu üçlemede yolculuğa çıkan kahramanları aracılığıyla savaş sonrası Almanya'nı durumunu gözlemliyor.Alice Kentlerde'de Amerika seyahati sırasında genç bir kadın ve kızı Alice'e rastlayan bir adamın hikayesi anlatılıyor.Genç kadının kaybolması neticesinde gazeteci ve Alice baş başa kalıyorlar ve Alice'in büyükannesini bulmak üzere Almanya'ya doğru yola çıkıyorlar.Kaçıp kurtulmak istediği ülkesine emrivaki bir yolculuk yapmak zorunda kalan gazeteci ülkesinin farklı yönleriyle yüzleşmek durumunda kalıyordu.Ağır ,dingin atmosferinin kahramanlarının yalnızlığını eksiksiz bir biçimde betimlediği Alice Kentlerde Wenders'in şiirsel filmlerinden biridir.Üçlemenin ikinci filmi Yanlış hareket yazar olmak isteyen bir adamın çıktığı yolculuğu ve bu yoluculuk esnasında karşılaştıgı bir grupla birlikte tanık oldugu enteresan olayları aktarıyor.Üçlemenin son filmi Zamanın Akışında iki adamın birlikte çıktıkları yolculuğu anlatıyor.İntihar girişimi başarısız olan Robert arabasıyla birlikte atladığı göl kenarında Bruno ile tanışır,iki adam arasında sessiz bir anlaşma yapılır,Robert Bruno'nun arabasına binecek birlikte seyahat edeceklerdir.Bruno civar kentlerin sinema projeksiyonlarını tamir ederek yaşamaktadır.Zamanın Akışında iki karakterin çıktığı yolculuk aracılığıyla çarpıcı bir Almanya manzarası sunuyor.Karakterlerden Robert babasıyla tekrardan yüzleşmek zorunda kalıyor.Diğer iki film gibi dingin bir atmosfere sahip,büyük oranda doğaçlama olarak çekilmiş Zamanın Akışında sinemanın benzersiz başyapıtlarından biri.

    Elimize nereye atsak bir üçlemeye çarptığımız 70'lerde start alan bir başka üçleme de Star Wars üçlemesi elbette.Star Wars: Episode IV - A New Hope,Star Wars: Episode V - The Empire Strikes Back (1980) ve Star Wars: Episode VI - Return of the Jedi (1983) "orijinal üçleme" olarak anılıyor bilindiği üzere.Westernin,çizgi roman kültürünün,felsefenin ve serüven duygusunun müthiş bir yaratıcılıkla harmanlandığı seri son 20 yılın popüler kültür tarihine damgasını vurmuş durumda.Her şeyin Amerikan emperyalizminin,Hollywood'un gizli emellerinin eseri olduğunu düşünenler yada bütün bunları sadece bir pazarlama başarısından ibaret olarak görüp burun kıvıranlar da yok değil elbette.Ancak Star Wars popüler sinemanın kaderini değiştiren,bilimkurguyu ciddi türler arasına sokan ve hayranlarının sayısını günden güne artıran dev bir kült olmanın tadını çıkarıyor.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.
    Rainer Werner Fassbinder'in "Savaş-sonrası Almanya" üçlemesi;Ehe der Maria Braun, Die (Maria Braun’un Evliligi,1978),Lola (1981),Sehnsucht der Veronika Voss, Die (Veronika Voss’un Tutkusu,1982) gibi filmlerden oluşuyor.İlk film Maria Braun'un Evliliği savaş öncesi bir askerle evlenip,savaş sonrasında zengin olması üzerinden evlilik kurumu eleştiriliyor.İkinci film Lola'da ise "seksi şarkıcı Lola'nın kente gelen mimarlar odası başkanı ile evlenmesi" konu ediliyor;odakta yine evlilik kurumu var.Veronika Voss'da artık zamanı geçmiş bir aktris ile bir muhabirin ilişkisi anlatılıyor.Üç filmde dışavurumculuktan yararlanan bir görsel yapıya sahiptir.

    'İstvan Szabo'nun birey-iktidar ilişkisini ele aldığı üçlemesinin ilk filmi 1981 yapımı Mephisto yıldız bir oyuncu olmak için her şeyi yapmaya hazır bir aktörün hikayesidir.Önce kendi amaçları doğrultusunda bir çevre edinen,olduğu gibi değil amacına ulaştıracak şekilde davranan aktör üzerinden sanatçı ile iktidar ilişkisi işleniyor.Üçlemenin ikinci filmi 1985 yılında çekilmiş olan Oberst Redl(Albay Redl) orduda yükselebilmek için eşcinsel ve yahudi kimliğini saklayan bir adamı merkeze alıyor.Üçüncü film Hanussen ,savaş sırasında yaralanınca geleceği görebilme yeteneğini keşfeden ,savaş sonrasında bu özelliğini ünlü olmak ve para kazanmak amacıyla kullanan ancak ülkesinin geleceği hakkında öngörüde bulunmaktan kaçınan Hanussen'in öyküsünü aktarıyor.'(2)

    Geçen yıl Dogville ile Cannes'da ortalığı karıştıran bu yıl ise Manderley ile sinek avlayan Lars Von Trier'de bir üçlemem olsun,yüz milyon borcum olsun diyerek sinemaya başlayanlardan.Üçlemesinin adı Avrupa üçlemesi;Forbrydelsens element (Suç Unsuru,1984),Epidemic (Epidemik,1988),Europa (Avrupa,1991)'de üçlemeyi oluşturan filmler.1984 yapımı ve aynı zamanda Trier'in ilk uzun metrajı olan Suç Unsuru 13 yıl önce araştırmakta bulunduğu seri cinayetleri unutabilmek için hipnoz olmayı kabul eden eski bir polis üzerinden psikolojik bir hikaye anlatıyor.88 yapımı Epidemik 'de ise bizzat kendisi rol alıyor ve bir senaristi canlandırıyor;arkadaşıyla birlikte yazdıkları senaryo kaybolunca yeni bir senaryo yazmak üzere yola çıkan senarist ,kaybolan senaryolarında anlattıkları salgın hastalığın gerçekten ortaya çıkıp Avrupa'ya yayılmış olduğunu fark ediyor ve olaylar gelişiyor.1991'de çekilen Avrupa'da Alman asıllı bir Amerikalı'nın savaş sonrasında ülkesine dönüşü ve demiryollarında iş buluşu üzerine bir hikayeye sahip,savaş sonrası Almanya'sı gözler önüne seriliyor Avrupa'da.Avrupa üçlemesinde Trier geçmiş-gelecek ilişkisini kullanarak birey ve faşizm arasındaki ilişkiyi irdeliyor diyebiliriz.

    Finlandiya'nın en büyük yönetmeni Aki Kaurismaki 80'lerde çektiği "işçi üçlemesi" ile başlamıştı kariyerine.İşçi üçlemesi herbiri ortalama 70'şer dakikalık orta metraj Varjoja paratiisissa (1986),Ariel(1988) ve Tulitikkutehtaan tyttö (1990,Kibritçi Kız)'dan oluşuyor.İlk film Shadows in Paradise çöp toplayarak geçinen bir adam ile süper markette kasiyerlik yapan bir kadını aşkını Kaurismaki'nin kendine özgü üslubuyla. anlatıyor.Ariel ise işsiz evsiz kalan bir adam ve yolda kendisine ceza kesen kadın polis memuru arasındaki ilişkiyi kara film öğeleri kullanarak işliyor.Üçüncü film Kibritçi Kız ise kendisine kötülük yapıldığını düşünen fabrika işçisi bir kadının çevresindekilerden aldığı intikam konu ediliyor;adından da anlaşılabileceği üzere Andersen'in masalının serbest bir uyarlaması.Ana karakterin sessiz öfkesinin başarılı bir biçimde işlendiği bir film Kibritçi Kız.Bu üçlemede Kaurismaki politik olarak işçi sınıfından yana tavır alıyor ve kapitalizmin güçsüzü ezişini eleştiriyor.Genel ve uzun planların tercih edildiği,genelde hareketsiz kameranın kullanıldığı,çok az diyalog içeren bir yapı benimsenmiş üç filmde de.Kaurismaki meselelere mizahı,hem de absürd bir biçimde,kullanarak yaklaşıyor;kimi zaman olayları bilinen mantık kuralları dışına taşımaktan çekinmiyor,ancak bunu oldukça doğal bir biçimde yapıyor.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.
    İranlı usta Abbas Kiarostami(Keyrüstami)'nin Khane-ye doust kodjast? (Arkadaşımın Evi Nerde?,1987),Zendegi va digar hich (Hayat Devam Ediyor,1991) ve Zire darakhatan zeyton (Zeytin Ağaçları Altında,1994) tıpkı Kaurismaki'nin filmleri gibi minimal üsluba sahip filmleri üçleme olarak değerlendiriliyor.Arkadaşımın Evi Nerde? küçük bir çocuğun samimi dünyasına eğilen,çocuğun çıktığı yolculuğu duygu sömürüsü ve istismara kaçmadan anlatan etkili bir film.Hayat Devam Ediyor'da bir yönetmen daha önce çalıştığı çocuk oyuncuyu aramak üzere oğluyla beraber yolculuğa çıkıyor,gittikleri yer ise deprem geçirmiş bir kenttir,aradıklar çocuk ise daha önce Kiarostami ile Arkadaşımın Evi Nerde? filminde çalışmış çocuktan başkası değildir..Deprem ve etkileri üzerine belgesel samimiyetinde çok güçlü bir film olan Hayat Devam Ediyor deprem felaketine yabancı olmayan bizler için de çok anlamlı bir film.Üçlemenin son filmi Zeytin Dalları Altında bir film çekimi sırasında birbirlerine aşık olan iki kişinin öyküsünü anlatıyor,Kiarostami'nin minimal üslubuyla ortaya çok duyarlı ve güçlü bir aşk filmi çıkıyor.Doğa manzaralarını uzun uzun gösterildiği ,insancıl tavra sahip Kiarostami filmleri minimal sinema içinde önemli bir yere sahip.

    Michael Haneke'nin Der Siebente Kontinent(Yedinci Kıta,1988),Benny's Video (Benny'nin Videosu1992),71 Fragmente Einer Chronologie Des Zufalls(Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası,1994) filmleri "duygusal buzlanma" üçlemesinin üyeleri.Üçlemenin ilk filmi Yedinci Kıta bir ailenin kendi kendilerini ve çevrelerindeki eşyaları yok etmelerini konu alan bir film.Benny'nin Videosu ise video kamera ile çekim yaparak günlerini geçiren bir çocuğun günün birinde evine davet ettiği bir kızı öldürmesi ve bu anı kameraya çekmesini ve sonrasında babasıyla birlikte cesedi yok etme çabaları ekseninde gelişen bir öyküye sahip.Üçlemenin sn filmi Tesadüfi ... ise gerçek bir olaydan yola çıkarak çekilmiş,bir bankaya dalıp içerdeki birkaç kişiyi öldüren bir genci ve olayların o boyuta nasıl geldiğini tepkisiz bir biçimde aktarıyor.Haneke bu üçlemesinde sınıfsal çatışmalar sebebiyle yabancılaşan,tepkisizleşen topluma yöneltiyor eleştiri oklarını,izleyiciyi sarsmayı amaçlıyor ve filmlerinin yapısını bu amaca göre oluşturuyor.

    Polonyalı usta Krzysztof Kieslowski ölümüyle sinemaseverleri büyük bir üzüntüye boğdu ama ardında üç renk üçlemesi gibi sinema tarihinin en iyileri arasına çoktan giren bir üçleme bıraktı.Fransız bayrağının renkleri ve bu renklerin temsil ettiği değerler üzerine kurduğu üçlemesi Trois couleurs: Bleu (Mavi,1993),Trzy kolory: Bialy (Beyaz,1994),Trois couleurs: Rouge (Kırmızı,1994)'dan oluşuyor.Özgürlügü temsil eden Mavi'de besteci olan kocası ve oğlunu trafik kazasında kaybeden bir kadının ayakta durma çabası anlatılıyor,ve insanın hatıralarından ve geçmişinden bağımsız kalıp kalamayacağı sorgulanıyor.Eşitliğin temsili Beyaz'da Fransız karısından boşanmak zorunda kalan Polonyalı bir adamın hikayesi işlenirken,kardeşliği simgeleyen Kırmızı'da genç bir model ve tesadüfen tanıştığı,komşularının telefonlarını dinleyen emekli bir hakim arasındaki ilişki anlatılıyor.Kieslowski üç filmde modern insan ilişkileri üzerine tespitlerde bulunuyor ve renklerin temsil ettiği değerlerin günümüzde geçerliği olup olmadığını sorguluyor.Bunu yaparken asla didaktikleşmiyor,seyircisine tepeden bakan bir tavır takınmıyor.Her film ele aldığı renklere göre şekillendirilmiş görselliğe sahip.Nesnelere dayalı sembolik anlatımın tercih edildiği,harikulade sinematografiye ve müzik kullanımına sahip Üç Renk'in ustanın son başyapıtları olması üzücü gerçektende.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.
    Bu yılki İstanbul Film Festivali'nde de gösterilen son filmi Mysterious Skin ile çokça övgü toplayan Gregg Araki'nin 90'larda X kuşağı üzerine çektiği üçlemesi kült konumuna ulaşmış durumda;Totally F***ed Up (Tam Anlamıyla D***müş,1993),The Doom Generation (Kıyamet Kuşağı,1995),Nowhere (Hiçbir yerde,1997).İlk film Tam Anlamıyla D***müş sade bir yapıyla eşcinsel bir grubun günlük yaşamını görüntülüyor.Kıyamet Kuşağı üç karakterin çıktıkları yolculuğu hayli yapay bir biçimde oluşturulmuş görsel yapısıyla aktarıyor.Son film Hiçbir yerde Los Angeles'ta bir grup gencin bir gününü aktarıyor peliküle.Son iki film uyuşturucu kullanımının,çılgınlığın,mizahın,özgür seksin ve "kitsch" bir yapının cirit attığı filmler olarak dikkat çekiyor.Araki'nin X kuşağının doksanlarda bir temsili olmayı amaçladığı üçlemesi tartışmalara neden olmuştu.

    Dogma akımını başlatarak tartışma yaratan Lars Von Trier'in manifesto filmleri Breaking the Waves (Dalgaları Aşmak,1996),Idioterne (Geri zekalılar,1998) ve Dancer in the Dark (Karanlıkta Dans,2000) altın kalp üçlemesini oluşturuyor.Ortak temaları ise fedakarlık.İlk film Dalgaları Aşmak tutucu bir kasabada birbirlerini sevip evlenen sonrasında ayrılmak ve garip bir biçimde yeniden kavuşmak durumunda kalan iki kişinin öyküsü.Geri zekalılar ise bir kadın ve onun etrafında toplanıp geri zekalı taklidi yaparak yaşamaya başlayan bir grubun öyküsüydü.Son film Karanlıkta Dans ise kendini oğluna adayan onu iyileştirecek ameliyat için para biriktirirken hiç istemediği bir biçimde katil olan bir kadını dramını ele alıyor.Üç film hem kullandıkları dogma estetiği hem de konuları itibariyle hayli ses getirmişlerdi.

    90'larda Speed ile yıldızı parlayan sonrasında rol aldığı kimi filmlerle eleştirmenlerinde gözdesi haline gelen Keanu Reeves'in bir aksiyon filminin çekimlerine başladığı ve muhtemelen kariyerini riske attığı yönünde haberler çalınıyordu kulağımıza 1998 yılında.Ancak çekilen film ,yani The Matris gösterime girdiğinde tam tersi oldu,Matrix Reeves'in kariyerinin en parlak işi oldu belki de.Reeves'e ,Carrie-Ann Moss'a ve Hugo Weaving gibi oyuncuların kariyerlerine ivme kazandırmakla kalmadı yaratıcıları Wachowski biraderlerin kafalarındaki üçlemeyi sonlandırmaları için fırsat yarattı elde ettiği gişe başarısıyla.Wachowskiler Matrix'te aksiyonu,bilimkurguyu,Uzakdoğu dövüş sanatlarını başarıyla harmanlıyorlar ortaya seyir zevki yüksek bir film çıkarıyorlardı.Frankenheimer'den Tavernier'e,Cronenberg'den Oshî'ye,Proyas'a kadar birçok yönetmence ele alınmış "başkalarınca,robotlarca yönetilen insan" konusunu günümüz bilgisayar çılgınlığı üzerinden yorumluyorlardı, sinema tarihinden felsefeye ve dinlere kadar geniş bir referans listesiyle.Başarılı bilgisayar korsanı Neo gerçeğin farklı bir yüzüyle tanışıyor,bilge Morpheus'un felsefik tiratları ile aydınlanıyordu.The Matrix Hollywood için yeni bir moda başlattı;yüksek bütçeli uzakdogu-aksiyon filmleri.Uzakdoğulular da bu ilgiye kayıtsız kalmadılar ve hep B film muamelesi görmüş dövüş filmlerinin, felsefe ve romantizmle harmanlanmış yüksek bütçeli A sınıfı versiyonlarını sürdüler piyasaya;Kaplan ve Ejderha, Kahraman,Parlayan Hançerlere..vs.Matrix üçlemesi 2003'te sırasıyla gösterime çıkan Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions filmleri ile sonlandı.Reloaded'da Neo gerçeğin daha başka taraflarını keşfediyor mimarla tanışıyordu,film sorular üzerine kurulmuştu.Revolutions'ta Neo Reloaded'daki sorulara cevap arıyordu.Üç filmde oldukça iyi düşünülmüş bir yapı üzerinden ilerliyor,Neo'nun gerçeğin katmanları arasında geçişleri "metro istasyonları" ile simgeleniyor,Ajan Smith aracılığı ile varoluş sorgulanıyordu.Ancak temelde Matrix serisi bir "dünyayı kurtaran kahraman" filmiydi;bütün gününü bilgisayar başında geçiren,internetin en az bilinen gerçek kadar gerçek bir dünya sunduğuna şahit olan,ekran başında harcadığı vakti düşündükçe ürken insanın korkularının üzerine gitmeyi amaçlıyor,başka hiçbir filmin yapmadığı kadar makinelere bizi yaklaştırıyor,0'ların 1'lerin kısaca kodların dünyasına sokuyordu seyirciyi..Ne var ki son iki film sinemasal özellikleri ile değil sinema ile ve filmlerin kendileri ile alakası olmayan garip tartışmalara sebep olmuştu hatırlanacağı üzere.Her popüler yapım gibi Matrix serisinin sevenleri kadar yeminli düşmanları da mevcut.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.

    TÜRK SİNEMASINDA ÜÇLEMELER
    Sinemamızda üçlemeler denince ilk akla gelen filmler Lütfü Akada ustanın içgöç üçlemesi;Gelin(1973),Düğün(1973) ve Diyet(1974).Akada bu üç filminde köyden kente göçen insanların içine düştükleri sıkıntılı durumu ele alıyor.İlk film Gelin üçlemenin en başarılı filmi olarak kabul ediliyor.Gelin'de Yozgat'tan İstanbul'a göçen bir ailenin hikayesine odaklanılıyor.Ailenin gelininin oğlu hastadır,ancak küçük çocuğun hastalığı aile büyüklerince önemsenmez.Aile büyüklerinin tek amacı yeterli parayı denkleştirip daha büyük bir dükkan açabilmektir.Gelin'in çabaları sonuç vermez ve küçük çocuk ölür,aile büyüklerinin hırslarını kurbanı olur.Gelin'de başlıca eleştiri cehalete ve cehaletin gelenek ve din kisvesi altında haklı çıkarılmasına geliyor.Para hırsının , açgözlülüğün nasıl insanı insan olmaktan çıkarabileceğinin hazin bir ispatı Gelin.Düğün'de ise Urfa'da İstanbul'a göçen kalabalık bir aile ve içine düştükleri durum aktarılıyor.Ailenin en büyüğünün derdi yine parayı denkleştirip işportacılık işini büyütebilmek.Bunu yaparken diğer kardeşlerini sömürmekten çekinmiyor,kız kardeşlerini başlık parası uğruna olmadık kişilerle evlendiriyor,diğer küçük kardeşler ise ağabeylerinin yaptıklarını aile geleneği çerçevesinde kabul edip boyun eğiyorlar.Olaylar en küçükleri Yusuf'un cinayet işleyip hapse düşmesine kadar varıyor.Düğün ailenin içine düştüğü durumu Yusuf peygamberin hikayesine benzetiyor.Duruma karşı Akad'ın getirdiği çözüm ise kız kardeşlerin en büyüğünün temsil ettiği aydınlanma,hırsları bir tarafa bırakıp birlik olabilme."Üçüncü film Diyet ise köyden kente göçüp fabrikalarda çalışan işçileri ele alıyor.Filmde karşı durulan işçilerin işverenlerce sömürülmesi kadar işçilerinin kendilerinin de buna boyun eğmesi.Akad'ın bu duruma önerdiği çözüm ise filmde sıkça karşımıza çıkan bir hadisle belirtiliyor;iki birden,üç ikiden, dört üçten iyidir,birleşiniz."(P.Tınaz Gürmen)Üç filminde başrolünde Hülya Koçyiğit rol alıyor.Akad üç filmde etkin bir sinema dili tutturuyor,sade ve gösterişsiz bir anlatım tutturuyor.içgöç üçlemesi hem ustanın hem de sinema tarihimizin önemli filmleri arasında.Geçenlerde kaybettiğimiz ,üç filminde görüntü yönetmeni değerli Gani Turanlı'yı da saygıyla anıyoruz.
    Orjinal boyutunu görmek için tıklayınız.
    Sinemamızda dikkat çeken bir başka üçleme ise 80'lerde kadın sorunlarını ele alan filmleriyle öne çıkan Atıf Yılmaz'ın fantastik üçlemesi;Adı Vasfiye(1985),Ahh Belinde(1986), ve Hayallerim Aşkım ve Sen(1987).Necati Cumalı'nın çeşitli hikayelerinde uyarlama Adı Vasfiye bir gazetecinin Vasfiye isimli bir kadın ve onun yaşadıklarının peşine düşmesini konu alıyor.Adı Vasfiye hayli dinamik anlatımı,akıcı kurgusu,zekice senaryosu ile Yeşilçam geleneğinin en başarılı filmlerinden biri.Barış Pirhasan'ın senaryosundan çekilen Ahh Belinda bir reklam çekimi sırasında bir anda kendini reklam senaryosunu gerçekleşmiş hali içerisinde bulan bir kadının öyküsünü aktarıyor.Amaçsız ve boş yaşayan,gününü gün etmeye bakan genç aktris bir anda kendini kocası ve çocuğu olan bir ev kadın olarak bulunca afallıyor.Yılmaz Ahh Belinda'da 80'ler sonrası ülkemizde ortaya çıkan özenti kültürle inceden inceye dalgasını geçiyor.Ümit Ünal'ın senaryosunu yazdığı Hayallerim Aşkım ve Sen ,yetimhanede büyüyen ,sonrasında senarist olan bir adamın hikayesi.Senaristin hayranı olduğu aktris ve o aktrisin canlandırdığı karakterlerden kurulu dünyası üzerinden Yeşilçam'a ve Yeşilçam'ın kadına bakışına eleştiri getiriliyor.
    Sinemamızın medarı iftiharı Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba (1998),Mayıs Sıkıntısı (1999) ve Uzak (2002) filmleri her ne kadar yönetmen kabul etmese de üçleme olarak anılıyor.Yeni kuşak yönetmenlerimizden bir diğeri Zeki Demirkubuz2un üçlemesi ise İtiraf(2001),Yazgı(2001) ve Bekleme Odası(2003) filmlerinden oluşuyor.Üçlemenin tamamının 2001'de çekilmesi amaçlanmış ancak maddi ve kişisel sebeplerden dolayı Bekleme Odası'nın çekimi 2003 yılında gerçekleşebilmişti.

      Forum Saati Perş. Mayıs 02, 2024 12:08 am